8 Ocak 2017 Pazar

Athena'nın Atina'sı

Uzun zamandır yoğunluktan, koşuşturmadan Antik kent gezisi yapamıyordum. Bari bunun acısını şöyle kallavi bir Antik kentle çıkarayım dedim ve geçenlerde haftasonluğuna Atina'ya gidip hızlıca bir kent turu attım. Aşağıda bu turdan aklımda kalanlar var.

Atina şüphesiz Antik dünyanın en önemli kentlerinden birisi. Özellikle MÖ 5. yüzyılda altın çağını yaşamış, tiranlıktan en radikal demokrasiye kadar bir çok yönetim biçiminin yaşandığı, günümüz dünyasının felsefe, sanat, siyaset, mimarlık ve daha bir çok alanda çok şey borçlu olduğu bir uygarlığın köşetaşlarından biri. Herkesin -özellikle üniversite öğrencilerinin- bir kaç ay Yunan uygarlığı hakkında bir şeyler okuyup ardından gezmesi gereken bir yer. Böyle söyleyince biraz garip oluyor, kendimi çok snob hissettim ama artık çok ucuza ulaşım ve konaklama ayarlanabiliyor. Çağdaş dünyayı anlayabilmek için kökenlerini ve şimdiki atmosferini bilmek gerekiyor. Bu kökenler büyük oranda Anadolu, Yunanistan ve İtalya'da.


Neyse, konuya dönelim.

AKROPOLİS MÜZESİ

Akşamüstüne doğru otele yerleştikten sonra Akropolis'in eteklerindeki Akropolis Müzesi'ne nasılsa kapanmıştır, şöyle bir dışardan bakayım en azından diye gittiğimde şansıma o gün müzenin gece 22:00'ye kadar açık olduğunu öğrendim.

Akropolis Müzesi
Akropolis Müzesi, tasarımı Bernard Tschumi'ye ait 2009 yılında açılan oldukça büyük bir yapı. Çok etkileyici olmasının yanısıra mimarlık ortamında oldukça da tartışılan bir yapı. Tarihi kalıntıların üstünde inşa edilmesi, o kalıntılarla, Akropolis ve Parthenon Tapınağı ile ilişkisi oldukça tartışıldı. Şu adreste konuyla ilgili Deniz Güner ve Eda Çil'in güzel bir makalesi yer alıyor:

https://issuu.com/flyingarchitect/docs/dg_ec_ba__lam__n_kavramsalla__t__r_ 
(Arredemanto Mimarlık Dergisi, Nisan 2011)

Benim yorumumsa, her zaman Antik kalıntıların üzerine yapı inşa edilmesini şüpheyle karşılarım. Ne kadar hassasiyet gösterilse de, yapısal zarar verilmemeye çalışılsa da sonuçta altta kalan yapılar anlam ve bağlamlarından çok şey kaybederler. Bunun gereksiz bir zorlama olduğunu düşünür "yahu kardeşim başka yer mi yok" olarak özetlenebilecek bir şeyler geçiririm aklımdan. Ayrıca yapının ölçeği de çevresinin parçacı ve küçük ölçekli kütlelerden oluşan dokusuyla ciddi bir tezat oluşturduğunu ve bunun da biraz çevresini ezen bir etkiyi beraberinde getirdiğini söylemek lazım.

Bir de neden böyle bir giriş saçağı yapıldığını da anlamakta oldukça zorlandım. Bence gereksizce devasa saçağı taşımak için bir sürü kolon antik kalıntıların üstüne oturuyor. Hayır hepsini geçtim, kaba ve oransız da olmuş saçak...

Akropolis Müzesi
Yani özetleyecek olursam bence arkeolojik kalıntıların üzerine iyi bir bina inşa edilemez. Çünkü bina inşa etmemek gerekir. Tabi koruma çatıları, yürüyüş yolları vs... gibi, kalıntıların zarar görmemesi için inşa edilenler hariç.

Gezerken yapının içinde elde olanlara oranla oldukça kısıtlı bir sergi malzemesi var diye düşündüm. Bizim mütevazı kent müzelerinde bile kimi zaman daha fazla esere rastlamak mümkün. Ancak hakkını da yemeyelim, yapı gerçekten oldukça etkileyici bir estetik düzeye sahip. İç mekanlar oldukça geniş, ferah ve mükemmel diyebileceğim bir sergi düzeni ve bilgilendirme donanımına sahip.

http://www.theacropolismuseum.gr/en

Neyse bir heves gördüğüm herşeyi fotoğraflamaya başlamıştım ki ilk katta fotoğraf çekmenin yasak olduğunu bir görevli kibarca iletti. Çoğunlukla seramik eserlerden oluşan bu bölümü geçtikten sonra mermer heykel ve yapı parçalarının olduğu kata ulaşılıyor.

Müthiş eserleri anlatmak mümkün değil ancak en çok etkilendiklerim genellikle metal eserlerle heykellerin üzerindeki boya izleri konusundaki bilgilendirmeler ve heykellerin boyalı hallerini gösteren kopyaları oldu. Biz hep Antik Yunan'ı saf, beyaz, mermer olarak hayal ettiğimiz ve biraz da belki bu haliyle sevdiğimiz için yapıların ve heykellerin boyalı halleri biraz hayal kırıklığı, biraz şaşkınlık, biraz da kafa karışıklığına yol açıyor doğrusu.

Akropolis Müzesi
Daha sonra Akropolis'teki Erechteion Tapınağı'nın güney sundurmasın taşıyan ünlü Karyatidlerin olduğu bölüm geliyor. Karyatidler yerlerinden sökülerek müzeye getirilmişler ve yerlerinde bugün taklitleri duruyor.

En üst kattaki salon yapının genel geometrisinden ayrılarak Parthenon yani "Bakire Athena Tapınağı" ile aynı doğrultuda tasarlanmış. Bu katta iç kısımda Parthenon'un hikayesinin anlatıldığı bir belgesel sürekli dönerken çeperde de Parthenon'un frizlerinden geriye kalanlar ve İngiltere'ye kaçırılanların kopyaları sergileniyor. tamamen cam cephelerden bazen Parthenon'u bazen de Atina'nın modern dokusunu frizlerle aynı anda görmek inanılmaz etkileyici bir atmosfer sağlıyor doğrusu.

Yapının bazı döşemeleri cam. Hatta en üst katlardan bile cam döşeme sayesinde en alttaki kalıntıları görebiliyorsunuz yer yer. Açıkçası etkileyici bir deneyim ama yükseklik korkusu olanlar biraz tedirgin olabilirler. Bir de çok rahat bir insan değilseniz etekle gitmemenizi (yani tabi eğer kadınsanız. Erkekseniz ve etekle gidiyorsanız zaten baya rahatsınız demektir) tavsiye ederim. O da ayrı bir tedirginlik yaratabilir. :)

AKROPOLİS

Akropolis MÖ 4. Yüzyıl
Atina'nın en önemli arkeolojik alanı Akropolis. Kendisi zaten kentin bir çok yerinden görünen bir fotoğraf makinası mıknatısı... Antik dünyanın en önemli kalıntılarından biri olmakla birlikte bir çok arkeolojik alan gibi burası da eğer bir ön hazırlıkla gitmezseniz şüphesiz etkileneceğiniz ama tam olarak yararlanamayacağınız bir yer. Örneğin kentin adının ve koruyucu tanrısının kararlaştırılması için yapılan müsabakayı bilmek Erechteion'un yanındaki zeytine başka bir gözle bakmanıza neden olabilir.

Özetleyelim... Kent kurulduktan sonra koruyucu tanrısının kim olacağına karar vermeye gelmiş sıra. Bu aşamada 2 tanrı öne çıkmış akıl ve savaş tanrıçası Athena ve denizlerin hakimi Poseidon. Genelde mitolojide bu tür sorunları çözmek için ya bir ölümlünün fikri alınır -ki o ölümlünün başı ondan sonra beladan kurtulmaz, bknz: Troya Savaşı- ya da bir yarışma düzenlenir. Bu anlatıda ikinci yol seçilmiş ve kente en yararlı armağanı verecek olan tanrının kentin koruyucu tanrısı olarak onurlandıracağı ilan edilmiş. Kim ilan etmiş bilmiyoruz tabi, herhalde Zeus... Poseidon Akropolis tepesine çıkıp üç dişli yabasını bir kayaya vurarak bir su kaynağı hediye etmiş kente. Bazı anlatılarda bunun tuzlu su kaynağı olduğu yazıyor ama kentin ortasında tuzlu suyun hiç bir işe yaramayacağını ben bile tahmin edebildiğime göre herhalde Poseidon da tahmin etmiştir. Doğrusu ben hediyenin tatlı su kaynağı olduğunu düşünüyorum. Sıcak coğrafyadaki bir kent için fena bir armağan değil. (Sonradan bazı kaynaklarda da Poseidon'un hediyesinin bir at olduğuna dair iddialara da rastladım, zira Poseidon aynı zamanda atların da tanrısıdır ve Yunan kültürüne at sonradan girmiş ve zamanla çok önemli bir şeye dönüşmüştür) Sıra Athena'ya geldiğinde ise Tanrıça kendine güvenen adımlarla Erechteion'un yanındaki bir alana bir zeytin fidanı dikmiş.

Erecteion'un arkasında zeytin ağacı
Herhalde ilk gördüklerinde Atinalılar "ee, ne ki şimdi bu" demişlerdir ancak biraz düşününce zeytinin ne kadar değerli olduğunu anlamışlar ki yarışmanın galibi olarak Athena'yı seçip kentin koruyucusu olarak onda karar kılmışlar. Kentin adı da Atina olmuş böylece. Zeytin de hem yiyecek, hem kozmetik, hem sağlık, hem aydınlatma, hem yakacak, hem ticaret vs... olarak Atina kenti ve neredeyse tüm Antik Yunan kentleri için en önemli ürün olma özelliğini binyıllardır sürdürmüş. Poseidon'un bu karara ne dediğine dair bir kayıt yok ama Yunan tanrıları genelde biraz kindardırlar. Kesin somurtarak ters çift salto ile Ege Denizi'ne atlayıp, görürsünüz lan siz demiştir diye tahmin ediyorum.

Neyse, işte bütün bunları düşünürken birden Akropolis'te tek başına duran bir zeytin ağacı çıkınca karşınıza biraz etkileyici oluyor tabi.

Akropolis'e yumuşak eğimli bir yokuşun sonundaki giriş kapısı Propylon'dan geçerek giriliyor. Akropolis'in tarihöncesi dönemlerden beri kullanılan müstahkem bir alan olduğu biliniyor. dolayısıyla herhalde en başından beri korunaklı bir kapısı vardı. Bu arada Akropolis tepesinin binyılları içeren değişimi Akropolis Müzesi'nde maketlerle müthiş bir biçimde anlatıldığını ekleyeyim. Dor düzenindeki Propylon'un bugünkü halini tasarlayan mimarınsa Mnesikles olduğu biliniyor. Yapım tarihi ise MÖ 437-432.

Parthenon, doğu cephesi
Propylon'un hemen sağında İyon düzeninde inşa edilmiş Nike Tapınağı var. Bu mütevazi tapınak genelde Athena'nın elinde ya da yakınlarında resmedilen ya da heykelleştirilen kanatlı zafer tanrıçası Nike'ye ait. Savaşta ya da yarışmalarda galip gelenlerin başına defne dallarından zafer tacını takmak bu tanrıçanın en önemli görevlerinden. Normalde kanatlı olan tanrıçanın bu tapınağında ahşaptan ve kanatsız bir kült heykelinin bulunduğu rivayet ediliyor. Bunun nedeni de kanatsız olduğu için "Zafer"in Atina'dan başka bir kente gidememesi imiş... MÖ424-420 yıllarında inşa edilen bu yapının mimarı da Kallikrates.

Şüphesiz alanın en etkileyici yapısı Athena Partenos Tapınağı. Ya da diğer adı ile Parthenon. Yunan mitolojisinde tanrıların birden çok yönü vardır ve farklı kült alanlarında tanrıların farklı özelliklerine göre kültler gelişmiştir. Örneğin bazı yerlerde Athena'ya kentli-kentin koruyucusu "Athena Polias" olarak, kimi zamansa savaşçı "Athena Promakhos" olarak tapılır. Atina kentininse neden tanrıçanın iffetini ön plana çıkaran bir özelliğini seçtiği (Athena Parthenos - Bakire Athena) ise bilinmez. Ya da en azından ben bilmiyorum.

Yapı MÖ 447-432 yılları arasında mimarlar Iktinos ve Kallikrates tarafından inşa ediliyorlar. Yapının dillere destan kült heykelinin yapımını ve diğer heykeltraşlık işlerinin yürütülmesi de Klasik Yunan heykelinin en büyük ustalarından Pheidias üstleniyor. Kült heykeli, ahşap karkas üzerine fildişi ve altından kaplamalı, bir elinde zafer tanrıçası Nike'yi tutarken diğerinde bir savaş kalkanını tutan, kalkanın içinden tehditkar bir yılanın başını uzattığı etkileyici bir Athena heykeli. Kült heykelinin durduğu cella kısmının frizlerinde ise 4 yılda bir Tanrıça için düzenlenen Panathaea Festivali'ndeki geçit töreni işlenmiş. Bu festivalde Agora'dan yola çıkan festival alayı Atina'nın aristokratik ailelerinin kızlarının işlediği peplosu yani giyisiyi taşıyıp Parthenon'da Tanrıça'ya sunarlardı.

Parthenon, batı ve güney cephesi
Yapının büyük çoğunluğu İngiltere'ye kaçırılan frizlerinde mitolojik hikayeler canlandırılıyor. Alınlığın birinde ise yukarıda anlattığım Athena ile Poseidon arasındaki müsabaka var. Diğer alınlıkta da Athena'nın Zeus'un kafasından doğması miti var. Bu arada Athena'nın doğması için Zeus'un kafasını bir baltayla yaranın da Hephaistos olduğunu belirtelim...

Yapıda pek rastlanmayan biçimde dış tarafta Dorik, iç kısımların bazı yerlerindeyse İyonik düzen kullanılmış. Niçin böyle bir melezlik tercih edildiğine dair bir kayıt yok.

Tapınağı uzun uzun anlatan bir çok kaynak var ancak başına gelenleri sanırım en iyi -Akropolis Müzesi'ndeki video alanında sürekli dönen- şu video görselleştirmiş:

https://www.youtube.com/watch?v=aGitmYl6U90

Yapının içine girilmiyor, etrafında turlayabiliyorsunuz. Yapının bütünündeki etkileyiciliğinin yanısıra Antik Yunan'ın önemli bir inşa tekniği olan "enthasis" de Parthenon'un önemli özelliklerinden biri. Gözün büyük yapılardaki perspektif deformasyonlarından dolayı yapının ideal ortagonal olarak algılanamamasına karşı Antik Yunan mimarları bazı anıtsal yapıları bu deformasyonun tersi bir deformasyonla inşa etmişler. Yani göz yakından bakılan büyük bir cepheyi "içerlek" olarak göreceği için yapı çok hafif biçimde "dışarlak" olarak inşa edilmiş. Dolayısıyla bu ikisi birbirini götürünce yapının ideal ortagonal olarak algılanacağı düşünülmüş. Bu nedenle yapının cepheleri ortasından köşelere doğru ortası biraz daha yüksek olacak şekilde bombeli olarak inşa edilmiş. Yine kütle de yukarıya çıktıkça geriye doğru çekilerek inşa edilmiş. Öyle ki Parthenon'un aslında tek bir 90 derecelik açısı olmadığı söylenir. Tabi tüm bu bilinçli deformasyonlar, yani "enthasis" santimler mertebesinde olduğu için algılamak çok kolay değil.

Parthenonu'un Akropolis Müzesi'ndeki maket alınlıkları. Üstte Athena ve Poseidon arasındaki müsabaka, altta Athena'nın doğuşu

ERECHTEION
Erechteion
Akropolis'in diğer bir önemli yapısı da Erechteion. Yapının ismi kentin efsanevi krallarından olan Erechtion'dan geliyor. Burası aynı zamanda kendisinin mezarının oldupu düşünülen bir yer. Ancak yapının asıl işlevi Athena Polias (Kentin Koruyucusu Athena) Tapınağı. Zamanında yapının içinde ahşap bir Athena kült heykeli olduğu biliniyor. Ancak bunun yanıdıra yapıda ayrıca Poseidon ve Erichtonios (yarı insan-yarı yılan Hephaistos ve Yer/Toprak Tanrıçası Gaia'nın oğlu) sunakları da bulunuyormuş. Biraz atipik, sıradışı ve melez bir tapınak yani. Bu arada bir başka mitolojik kral, Attika Bölgesi'nin Kralı ve Atina'nın kurucusu Kekrops'un mezarının da burada olduğu söylenir.

Yapı ana kütleye farklı kotlardan farklı biçimlerde eklenen kütlelerden oluşuyor. Erechteion'un şüphesiz en bilindik ve etkileyici kısmı Karyatidlerin bulunduğu güney sundurması. Çok kısaca Karyatid sözcüğünün anlamını hatırlatmakta yarar var. Vitruvius, Karyatid sözcüğünün kökenini güney Yunanistan'daki Karyai kentine ve orada Artemis onuruna yapılan törenlerde başlarının üstünde bir sepeti dengede tutarak dans eden kadınlara dayandırıyor. Genel olarak da kadın biçimindeki düşey taşıyıcılara ki bunlar genellikle Antik dönem veya nadiren Rönesans ve Barok dönemde rastlanıyor, Karyatid deniyor. Karyatidlerin orijinalleri Akropolis Müzesi'nde, Erechteion'da bugün duranlar onların birebir kopyası.

Erechteion, Karyatidler
Akropolis'in güney tarafından aşağı inerken iki önemli yapıyla daha karşılaşıyorsunuz. Gerçi bu güney yamacında bir çok önemli alan ve yapı var ama en okunaklıları Herodes Atticus ve Dyonisos tiyatroları.

Herodes Atticus Tiyatrosu (ya da Odeonu) MS 161 yılında inşa edilmiş. 101-177 yılları arasında yaşamış, Roma İmparatorluğu döneminde senatörlük ve konsüllük yapan zengin Yunan aristokratı Herodes Atticus karısı Aspasia Annia Regilla anısına yaptırmış. Bugün yapının sahne binası ve oturma sıraları -kimi yerleri biraz sırıtacak biçimde yenilense de- büyük oranda ayakta.

17.000 kişilik Dionysos Tiyatrosu Herodes Atticus Tiyatrosu'na göre oldukça mütevazı olmakla birlikte ondan çok daha eski ve tiyatronun kökenine dair oldukça önemli bir yere sahip. Bilindiği gibi tiyatro arkaik dönemlerde Tanrı Dionysos için yapılan törenlerden, ritüellerden türeyen bir sanat. Uzun uzun tiyatronun tarihini anlatmaya gerek yok belki ama bu erken dönem evrimi ve bunun mekanla ilşkisi oldukça önemli bir konu. Önceleri düz alanda daire biçiminde toplanana insanların hep birlikte söyledikleri ilahilerden zamanla söyleyen-dinleyen ayrımının oluşması ve dinleyen/izleyenlerin daha rahat görebilmeleri için düz zemin yerine yamaçların seçilmesi, ardından ilahilerin yerini koro ve bir aktör tarafından sunulan tragedia/komedyaların alması ve bunun sahne yapıları-orkestra alanlarına yansıması vs... Neyse işte, bu tiyatro aslında bu evrimin en erken dönemlerinin yaşandığı ve ilk tragedyaların oynandığı yer olduğunun düşünülmesi açısından oldukça önemli. Belli aralıklarla yapılan festivallerde dönemin ustalarının ilk oyunları bu tiyatroda sahnelenmiş ve birbirleriyle yarıştırılmış. Aeschylus, Europides, Aristophanes, Sophokles... Ne yazık ki klasik dönem eserlerinden çok azı günümüze kalmış. Bunların bir kısmı İş Bankası Yayınları'ndan çıktı. Şiddetle tavsiye ederim.

AGORA
Attalos Stoası
Akropolis'ten sonra en önemli alan Agora, yani kentin merkezi. Ortasından geçip Akropolis'e giden ve Panathenia şenlik alayının güzergahı olan yolla başlıyor Agora kalıntıları.

Alanda bir çok yapı kalıntısı olmakla birlikte iki yapı özellikle dikkat çekiyor. Birincisi girişte soldaki Attalos Stoa'sı ki bu Pergamon Kralı Attalos'un Atinalılara hediye olarak inşa edildiği için Anadolu'yla bağlantılı. MÖ 2. yüzyılın ortalarında inşa edilen iki katlı stoa yoğun bir biçimde restore edilmiş, neredeyse ilk haline yakın biçimde tekrar inşa edilmiş. Stoanın kapalı mekanları az ama etkileyici eserler barındıran bir sergi mekanı olarak işlevlendirilmiş.

İkici yapı ise Hephaistos Tapınağı. Tapınak Antik dünyadan günüme en iyi durumda kalmış tapınaklardan birisi. Anadolu'da pek rastlanmayan bir tanrı Hephaistos. Özellikle demircilerin ve diğer zanaatkarların tanrısı olan Hephaistos çirkin ve topal olmasıyla istisnai bir tanrıdır. Ancak işin ilginç yanı bu olumsuz özelliklerine rağmen güzelliği dillere destan aşk tanrıçası Aphrodite ile evli olması. Herhalde "çirkin şansı" denilen şey böyle bir şey. Gerçi Aphrodite Hephaistos'u Ares'le aldatıyor ve olaylar olaylar...
Attalos Stoası

Neyse. Hephaistos Tapınağı'nın Atina Agora'sında ne aradığına tekrar dönecek olursak, çok spekülatif olacak belki ama Hephaistos ile Athena arasındaki ilginç bir durumun da payı olabilir. Athena ile sevişmek isteyen Hephaistos (Aphrodite gibi eşi varken ilginç bir istek ama neyse) bir gün tanrıçanın peşine düşer ve onunla birlikte olmaya çalışır. İffetine aşırı derecede düşkün Athena ise (Atina'daki en büyük tapınak Athena Parthenos, yani Bakire Athena tapınağıdır) Hephaistos'un elinden kurtulmayı başarır. Ancak bu sırada boşalan Hephaistos'un menisi Athena'nın baldırına gelir ve bu "birleşme"den ilerde Atina'nın kralı olan Erichtonios doğar. Hatırlayacaksınız, yukarda Erectheion'u anlatırken parantez içinde Erichtonios'un annesinin Yer/Toprak Tanrıçası Gaia olduğunu yazmıştım. Çünkü bazıları da Hephaistos'un menisinin Athena'nın baldırına değil yere döküldüğünü ve Yer/Toprak Tanrıçası Gaia'yı hamile bıraktığını söyler. Karışık işler...

Hephaistos Tapınağı
Bu garip hikaye Hephaistos'un Atina Agora'sında muazzam bir tapınağı olması ile ilgili midir bilinmez ama tapınak kesinlikle görülmesi gerekenlerin başında gelir.

Dorik düzende ve peripteral yani çevre sütunlu olan bu tapınak yaklaşık olarak MÖ 460-415 yıllarına tarihleniyor. Mimarına dair bir bilginin bulunamadığı tapınağın Agora'ya bakan doğu tarafındaki metoplarında, yani kiriş hizasındaki kabartmalarında kahraman Herakles'in işlerini anlatan rölyefler bulunur. Diğer yönlerde ise başka bir kahraman, Theseus'un maceralarının tasvirleri vardır.

Hadrianus Kapısı
Şüphesiz Antik dünyaynın en önemli kentlerinden biri olması dolayısıyla Atina'da gezerken bir çok arkeolojik kalıntıya rastlamak mümkün. Bunların arasında Rüzgarlar Kulesi, Hadrian Kütüphanesi, Zeus Tapınağı ve Hadrianus Kapısı ilk aklıma gelenler. Hadrianus Kapısı çok benzerinin Antalya'da da olması dolayısıyla ilgimi çekti. Bilindiği gibi 117-138 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Hadrianus tam bir Yunan aşığı idi. Yunan kültürü ve sanatına yoğun ilgi duyan bu imparator için şüphesiz Atina'nın da yeri başkaydı. Gerçi Roma döneminde eski görkeminden oldukça uzaklaşmış olsa da Atina hala Yunan kültürünün başkenti sayılmaktaydı. Hadrianus 120-130 yılları arasında Anadolu ve Yunanistan'a ziyaretlerde bulunur. Bu ziyaretler esnasında bir çok kente büyük maddi yardımlarda bulunur.

İşte bazı kentlerdeki Hadrianus kapıları, tapınakları, kütüphaneleri ve diğer binalar da ya İmparator'un bu ziyaretine hazırlık olarak ya da cömert hediyelerine minnettarlık olarak inşa edilmiştir. Hatta bu imparator tarafından büyük bağışlarla neredeyse yeniden inşa edilen bir kente de Hadrianapolis adı verilmiştir. Günümüzdeki Edirne kenti.

Yine kent içindeki arkeolojik alanlardan biri de (Roma Agorası'nda) bulunan sekizgen Rüzgar(lar) Kulesi. MÖ 50 civarında yapıldığı düşünülen ve tüm ana ve arayönlere dönük bir yüzü olan bu kulenin her yüzünde o yönden esen rüzgarın kişiselleştirilmiş rölyefi bulunuyor:

Kuzey: BOREAS / Kuzeydoğu: KAIKIAS / Doğu: EURUS / Güneydoğu: APELIOTES / Güney: NOTUS / Güneybatı: LIPS / Batı: ZEPHYRUS / Kuzeybatı: SKIRON


Rüzgarlar Kulesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Atina Arkeoloji Müzesi Antik dünyanın olasılıkla en değerli koleksiyonunu bünyesinde barındıran müzelerden birisi. Mutlaka ziyaret edilmesi gerek. Sanat veya mimarlık tarihi okurken kitaplarda rastladığımız bir çok eseri çıplak gözle görmek etkileyiciliklerini arttırıyor. Aklıma lisans döneminde sanat tarihi ile ilgili aldığım bir seçmeli dersteki sorum ve onun açtığı tartışma geldi. O dönemde -sanırım 2000 yılı olması lazım- sergilenmek üzere Gentile Bellini'nin eseri olan Fatih Sultan Mehmed'in portresi İstanbul'a getirilmişti. Ben de fotoğrafını yüzlerce defa kitaplarda gördüğümüz bu eserin aslını görmeye neden ihtiyaç duyduğumuz sorusunu ortaya atmıştım. Neyse bu tartışmayı kenarda bırakarak bu eserleri çıplak gözle görmenin kesinlikle büyüleyici bir deneyim olduğunu söyleyeyim. Ama tabi eserlere ve ardında yatanlara biraz aşina iseniz... Yoksa hepsi antin kuntin şeyler işte.

Müzede Minos döneminden başlayarak Miken dönemi, arkaik ve klasik Yunan uygarlığı ve ardından gelen Roma'ya dair eserler bulunuyor. Ayrıca ben gittiğimde geçici sergi kısmında Odysseus'un yolculuğunu konu alan etkileyici bir sergi tasarlanmıştı. Aşağıda çeşitli dönemlerden eserler koydum. Erken dönemlerde bir çok kültür için kutsal olan Boğa ama özellikle Minos kültüründeki Minotauros efsanesi ile ilişkili durumu nedeniyle çok önemli. Yine aynı dönemden "Parisli Kız" olarak alınan zarif bir hanımefendi. Sonrasında Miken döneminden herhalde bir kralın ölüm maskı. Günümüze orijinalleri çok az kalan Yunan bronz heykellerinden örnekler. Üstteki olasılıkla bir yarışta at koşturan bir binici. O günlerde de jokeyler ufak-tefekmiş. Onun altındakinin Zeus mu yoksa Poseidon mu olduğu hala tartışmalı. Ve son olarak Parthenon Tapınağının içindeki Athena heykelinin mermerden bir kopyası.

Arkeoloji Müzesi'nden eserler
Evet, aşağı yukarı 2 günde Atina'da koştura koştura bunlar yapılabiliyor. Son olarak modern kentin beklediğimin aksine son derece yeşil ve insani olduğunu da ekleyeyim. Devasa parklar ve bahçeler kent merkezinin mekansal kalitesini çok arttırıyor. Ayrıca binaların 4. 5. katlardan sonra geriye çekilerek inşa edilmesini sağlayan bir imar kuralı var sanırım. Ortaya çıkan bu teraslarda ve neredeyse tüm balkonlarda büyük saksılarda ağaçların olması sokakların çok daha yeşil olmasını sağlıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder